İnsan bedeni daha güçlü ve dayanıklı olması gereken
durumlara hazır olacak şekilde yaratılmıştır. Beyin zarı ve alt
bölgesine ulaşan dış uyarılar, belirli bir düzeyi aşınca heyecan oluşur
(1). Ön hipofiz (2), tiroid bezini (3) ve böbrek üstü bezlerini (4)
harekete geçirir. Beyinden gelip gözlere, yüz kaslarına, kafatası içi ve
dışı damarlara ve yutağa giden sinirler (5,6,7), boğaza, kalbe ve
bağırsağa giden sinirler (8), kalbin işlevini, damarları, adrenalin
salgılanmasını ve bağırsak hareketlerini düzenleyen sinirler
(9,10,11,12,13) bağırsağa ve idrar torbasına gidenler (14) heyecandan
bütün vücudun etkilenmesini sağlar.
Kimi zamanlarda insan bedeninin daha güçlü ve daha dayanıklı olması,
normal şartlardan daha yüksek performans göstermesi gerekir. Örneğin bir
tehlike ile karşılaşıldığı, insanın kendisini savunması veya bir an
önce kaçması gerektiği durumlarda.
Bu olağandışı durumlarda vücutta gerekli düzenlemenin yapılabilmesi
için elbette öncelikli olarak kalbin daha hızlı atması ve daha çok kan
pompalaması gereklidir.
Bu tip durumlar için de gerekli tedbir alınmış ve insan vücudu içine
bir başka sistem yerleştirilmiştir. Adrenalin isimli bir hormon,
herhangi bir olağandışı durum karşısında, böbreküstü bezlerinden
salgılanır. Bu hormon molekülü -kendi boyutları düşünüldüğünde- çok uzun
bir yolculuk yapar ve kalp hücrelerine ulaşır. Hormon kalp hücrelerine
“daha hızlı kasılmaları” emrini verir. (bkz. Hormonal Sistem bölümü)
Böbrek üstünde yer alan ve bu hormonu üreten hücreler, kalp hücrelerini
tanımakta, kalp hücrelerinin hangi dili anladıklarını bilmektedirler.
Aynı zamanda vücudun daha dayanıklı olması gerektiği, bunun için de
kalbin daha hızlı atması gerektiği bilgisine ve şuuruna da sahiptirler.
Kalp hücreleri de bu emre itaat ederler ve daha hızlı bir şekilde atmaya
başlarlar. Böylece acil durum karşısında insan vücudunun ihtiyacı olan
ekstra kan sağlanmış olur.
Kalbin Çalışmasındaki “Olmazsa Olmaz”lar
Şu ana kadar kalpte kurulu olan elektronik sistemin tasarımından
bahsettik. Ancak bu sistemin kusursuz tasarımının çalışabilmesi için
elekrik sinyallerine ihtiyaç vardır. Elektrik sinyallerinin
üretilebilmesi için de kanda bulunan sodyum, potasyum ve kalsiyum
iyonlarının belirli bir düzeyde olmaları gerekir. Bu maddelerin kandaki
düzeylerinin böbrek, bağırsak, mide, akciğer gibi organlarca
düzenlendiği düşünülürse, bu sistemin evrim gibi hayali bir mekanizma
sonucunda meydana gelmesinin imkansızlığı, daha açık bir şekilde ortaya
çıkar.
Kalp sahip olduğu teknoloji ile bilim adamlarını
hayrete düşürmektedir. Hiçbir evrim mekanizması ile açıklanamayacak
kadar olağanüstü bir tasarıma sahip olan kalbimizi yaratan kuşkusuz
övülmeye layık olan Allah’tır.
Kalbin şu ana kadar incelediğimiz özelliklerini göz önünde
bulundurarak bir varsayımda bulunalım. İnsanoğlunun kalp benzeri bir
aygıt yapmayı başardığını kabul edelim. 70 yıl boyunca bir saniye bile
durmadan çalışan, kendi elektriğini kendisi üreten, bakıma, parça
değişimine ihtiyacı olmayan, elektronik bir sistem sayesinde çalışma
hızını ve gücünü otomatik olarak ayarlayan kusursuz bir pompanın
yapıldığını düşünelim. Elbette bu başarı, teknoloji, bilgi birikimi,
planlama ve uzun süren çalışmalar sonucunda elde edilebilir. Hiç kimse
böyle bir aygıtın tesadüfen oluşabileceğini düşünmez. Çünkü bu akıl dışı
bir yaklaşım olur.
Buna karşın ortada çok garip bir gerçek daha vardır. Kalbin tesadüfen
oluştuğunu düşünmek, böyle bir pompanın, ya da herhangi benzeri bir
teknolojik ürünün -örneğin bir televizyonun- tesadüfen var olabileceğini
düşünmekten çok daha mantıksız ve akıl dışıdır.
Herşeyden önce kalpte insan yapımı bir cihazdan çok daha üstün bir
teknoloji vardır. Ancak en önemlisi -her ne kadar imkansız da olsa-
kalbin tesadüfen oluşmasının tek başına bir anlamı yoktur. Kalple
beraber binlerce kilometre uzunluğundaki kan damarlarının, damarlarda
bulunan kan sıvısının, bu kanı süzen böbreklerin, kana oksijen verip
karbondioksiti alan akciğerlerin, kana besin temin eden sindirim
sisteminin, bu besinleri rafine eden karaciğerin, kalbin çalışmasını
düzenleyen sinir sisteminin, vücudu bir bütün olarak yönetecek beynin,
vücudu ayakta tutacak kemik sisteminin, kalbin çalışmasına yardımcı
olacak hormonal sistemin ve buna benzer binlerce unsurun da aynı anda
yine tek bir tesadüfle var olması gerekir. Kaldı ki bu sayılanların her
biri -tesadüflere yer vermeyecek şekilde- özel bir tasarıma sahiptir.
İşte bu yüzden bir evrim süreci sonucunda tesadüfen kalbin meydana
gelmesi, tesadüfen bir televizyonun veya herhangi başka bir teknolojik
aletin meydana gelmesiyle kıyaslanamayacak kadar imkansızdır.
Ortada çok açık bir gerçek vardır. Kalp, beraber çalıştığı tüm sistemler ve elemanlarla birlikte Allah tarafından yaratılmıştır.
Kan Damarları
Kalbe giren ve çıkan damarlarla bedenimizde ihtiyaç duyulabilecek her noktaya gerekli bağlantılar yapılmıştır.
İnsan bedeninin her noktası irili ufaklı milyarlarca boruyla
kaplıdır. Damar adı verilen bu boru tesisatını düz bir satıh üzerine
yaydığımızı düşünürsek toplam uzunluğunun tek bir insan için yaklaşık
100 bin kilometre (96.500 km) olduğunu görürüz.
24 Damar
sistemi öyle mükemmel bir tesisattır ki, bedenin ihtiyaç duyulan her
noktasına gerekli bağlantılar yapılmıştır. Borular hiçbir noktada
düğümlenmez, gereksiz yerlere açılmaz, kör noktalara sahip değildir,
vücudu baştan aşağı dolaşır ve tekrar aynı noktaya geri dönerler.
Herhangi bir binada boru tesisatı döşemek için bir plana ihtiyaç
vardır. İnsan bedenindeki boru tesisatının planı ise, insan yapısı olan
hiçbir planla karşılaştırılamayacak kadar mükemmeldir.
Üstelik insan bedeninde yaklaşık 100 bin km uzunluğunda damar döşeli
iken, orta büyüklükte bir binada ancak birkaç kilometre uzunluğunda boru
döşelidir. Özel alaşımlardan yapılan bu borular birkaç on yıl içinde
çeşitli problemler doğurur. Bağlantı yerleri kaçak yapar, kimi borular
zaman içinde çürür, kimi duvarlarda borular yüzünden rutubet görülür.
Bütün bu problemler bina sabit bir yapı olduğu ve tesisat yerinden hiç
oynamadığı halde meydana gelir.
Sağlıklı bir insan bedeninde bulunan boru tesisatı ise, görevini ömür
boyu yerine getirir. Ne bir bakıma ihtiyaç duyar ne de bir parça
değişimine. Dahası insan bedeni bir bina gibi hareketsiz değildir. İnsan
hareket e- der, yürür, koşar, oturur, kalkar; ve damarlar da bu gerilim
altında sürekli esner. Ancak damarlar o kadar mükemmel bir yaratılışa
sahiptirler ki -eğer insan kendi sağlığını bozacak hareketler yapmazsa-
herhangi bir problem çıkarmazlar.
İnsan Bedenindeki Benzersiz Tasarım
Hiç damar bulunmayan bir insan bedeni olduğunu varsayalım. Ve bir
mühendisten bu bedenin içine döşenecek damarlar ile ilgili bir plan
yapmasını isteyelim. Bu planda karaciğerin derinliklerinden, kemik
dokularının içine, göz kapaklarından böbreklere kadar her hücreye
gerekli bağlantılar sağlanmalıdır. Ayrıca her organın işlevine göre
damar kalınlıkları ve özellikleri de belirlenmelidir. Bir insanın böyle
bir planı tek başına yapamayacağı çok açıktır. Ancak dünya üzerindeki
tüm insanlar toplansa da sonuç değişmeyecektir. Bunların tümünün ne ömrü
ne de aklı, sonsuz kombinasyona sahip kan dolaşım ağının planını
tasarlamaya yetmez. Milyarlarca insanın biraraya gelerek
tasarlayamayacağı kadar mükemmel bir planın, kör tesadüflerle ortaya
çıktığını iddia etmek ise elbette ki mümkün değildir. Tek bir aşamasında
dahi tesadüfe asla yer vermeyen bu sistem, insanın Allah tarafından
yaratıldığını çok açık bir biçimde gözler önüne sermektedir.
Yolculuk Başlıyor…
Kan, kalp sayesinde beyinden akciğerlere kadar bütün vücudu dolaşır.
Kalp-damar sisteminin ana amacı, vücuttaki hücrelere faaliyetleri
için gerekli maddeleri ulaştırmak ve artık maddeleri hücrelerden
uzaklaştırmaktır. Yetişkin bir insanın kalbi günde 9 bin litre kanı 100
bin kilometreye yakın uzunluktaki damar şebekesini kat edecek şekilde
pompalar.
25
Şimdi bir hücre büyüklüğünde olduğumuzu varsayalım ve kan hücreleriyle beraber dolaşım sisteminde bir yolculuğa çıkalım;
Başlangıç noktanız kalbin sol üst pompası yani sol kulakçık. İçinde
bulunduğunuz bölme oksijence zengin temiz kanla dolu. Çevrenizde oksijen
taşıyan milyonlarca alyuvar var. Hemen altınızda kalbin sağ karıncığına
açılan kapalı bir kapak bulunuyor. Kapak yalnızca aşağı doğru
açılabilen tek yönlü bir kapak.
Kulakçığın birden kasılmasıyla kapakçık aşağı doğru açılıyor. İçinde
bulunduğunuz kan sıvısı kalbin alt tarafındaki bölmeye doluyor. Artık
çok güçlü bir pompa olan sol karıncıktasınız. Üstünüzdeki kapak
geldiğiniz yöne geri dönmenizi engellemek için kapanıyor.
Sol karıncık kanı vücudun en uzak noktalarına gönderebilecek kadar
güçlü bir pompa. Bu pompanın çıkış noktasında da aort atardamarına
açılan tek yönlü başka bir kapak var. Bu kapağın görevi de buradan
pompalanan kanın kalbe geri dönmesini engellemek.
Derken sol karıncık da şiddetle kasılıyor ve bu kapak dışarı doğru
açılıyor. İçinde bulunduğunuz kan büyük bir hızla vücuttaki en büyük
atardamar olan aorta doğru pompalanıyor.
Aort damarının duvarlarına yaklaşınca çok ilginç bir yapıyla
karşılaşıyorsunuz. Damarın iç yüzeyi cilalanmış gibi. Bu cilalı ve yağlı
yüzey sürtünmeyi azaltıyor ve kanın kolaylıkla akıp gitmesini sağlıyor.
Bu noktada yolculuğumuza kısa bir ara vererek aortu ve atardamarları yakından inceleyelim.
En Güçlü Damar
Kalpten dokulara kan götüren damarlara atardamar, dokulardan kalbe
kan getiren damarlara toplardamar denir. Atardamarlar genellikle vücudun
dokularına gömülmüş olarak derinde bulunurlar. Ancak bazı yerlerde,
örneğin el bileğinde, şakaklarda, boyunda ve ayak bileğinin dış yanında
yüzeye yakındır. Bu bölgelerde, her kalp atımında kanın atardamarların
duvarına basınçla vurarak geçişi hissedilebilir.
Damarın en iç yüzeyi, düzgün bir zemin oluşturmak için birbirine
yapıştırılmış değişik biçimli kaldırım taşlarını andırır. Ancak burada
kullanılan malzeme taş değil hücrelerdir.
Bu noktada dikkatimizi biraz toparlayalım. Hücreler canlı
varlıklardır. Bir grup canlı hücre, adeta kaldırım taşlarının özenle
döşenmesi gibi yan yana yerleştirilmiş ve ortaya pürüzsüz bir yüzey
çıkmıştır. Bu yüzey 360 derece dönerek bir boru oluşturmuştur. Buna
benzer milyonlarca boru birbirleriyle bir düzen içinde birleşerek damar
sistemini oluşturmuştur.
Peki bu nasıl gerçekleşmiştir?
Öncelikle hücrelerin kaldırım taşları gibi yassı ve birbirleriyle
birleşebilecek şekillere sahip olmaları gerekir. Milyarlarca hücreyi bu
özel şekilde var eden güç nedir?
Daha sonra bu hücreler -daha anne karnındayken- kaldırım taşı gibi
yanyana dizilmelidirler. Milyarlarca hücreyi pürüzsüz ve düzgün bir
şekilde dizen kimdirş
Örülen duvarda tek bir hücre eksik kalsa, buradan dışarı kan sızacaktır. Bu duvarı eksiksiz ören kimdir?
Bu soruların cevabı elbette tesadüf olamaz.
Ayrıca unutulmamalıdır ki söz konusu olan bir fabrikanın döküm
kalıbından çıkan metal bir boru değildir. Söz konusu olan, canlı
hücrelerin biraraya gelmeleri sonucunda oluşan canlı bir “boru”dur. Bu
küçük canlılar ömürlerini niçin bir borunun parçası olmak için
harcamaktadırş Onlara bu dizilimi, bu görevi veren kimdir?
Bu sorunun cevabı da tesadüf olamaz. Ancak evrimciler hiçbir zaman bu
tip detayları düşünmezler. Daha doğrusu bu gerçekleri görmezden gelir,
üzerinde düşünmek bile istemezler. Evrimciler damar dokularını anlatan
ve içinde bol bol Latince terimlerin bulunduğu konuşmalar yapabilir,
kitaplar yazabilirler. Ancak bu hücrelerin nasıl olup da bir düzen
içinde biraraya geldikleri sorusunu hiçbir zaman cevaplayamazlar. Çünkü
verecebilecekleri tek cevap tesadüftür.
Üstte embriyo
hücrelerinin damarları oluşturma aşamaları görülmektedir. Anne
karnındaki embriyonun hücreleri dağınık haldeler (1), hücreler biraraya
gelip yan yana dizilmeye başlıyorlar (2, 3), hücreler sımsıkı bir duvar
gibi birleşerek damarları oluşturuyorlar (4). Hücrelerin oluşturdukları
bu duvar öylesine sağlamdır ki kan hiç dışarıya sızmaz. Embriyoyu
oluşturan hücrelere birleşme emrini veren ve nasıl hareket edeceklerini
onlara ilham eden elbette ki Yüce Allah’tır.
Bu kadar geçersiz bir cevabın insanı nasıl küçük düşüreceğini
bildikleri için, konuyu “evrimsel süreç içinde bu hücreler biraraya
geldiler ve damarları oluşturdular” gibi aslında hiçbir mantığı
bulunmayan cümlelerle geçiştirirler.
Eğer bu açıklamayı yapan evrimci toplum tarafından bilim adamı olarak
tanınıyorsa, bilimsel literatüre yabancı olan insanlarda şöyle bir
düşünce oluşabilir. Bu açıklamayı bir bilim adamı yapıyorsa mutlaka
arkasında bilimsel bazı gerçeklerin olduğunu, ancak söz konusu bilim
adamının insanlar anlamayacağı için konuyu geçiştirdiğini zannederler.
Ancak evrimcilerin damarların nasıl oluştuğu sorusuna verebilecekleri
bir cevapları yoktur. Yalnızca bu değil buna benzer binlerce soruya
verebilecekleri cevapları yoktur. Bu konulara girmekten kaçınır ve
konuyu yuvarlak cümlelerle geçiştirirler.
Kısacası hiçbir evrimci insan vücudundaki damar ağının nasıl var
olduğunu açıklayamaz. Bu konuyu çok kolay test edebilirsiniz. Herhangi
bir evrimciye damar sisteminin ve damarın yapısının mükemmelliğini,
hücrelerin nasıl bir uyum içinde dizildiklerini anlatın. Ardından bu
yapının ilk defa nasıl ortaya çıktığı sorusunu sorun. Verebilecekleri
tek cevap “tesadüfler sonucu” olacaktır.
Oysa bu sorunun tek doğru cevabı vardır; Damarları, damarların
içindeki kanı, bu kanı pompalayan kalbi ve insan vücudundaki diğer
milyonlarca sistemi var eden alemlerin Rabbi olan Allah’tır.
Damarlardaki Esneme Payı
Atardamarların yapılarındaki özel yaratılış yalnızca hücrelerin
kusursuz dizilimlerinde görülmez. Bu hücrelerin oluşturdukları tabakanın
hemen dışında kas yapılı bir başka tabaka vardır. Burada bulunan kas
hücreleri son derece elastiktirler. Elastik lifler kalp atışları
sırasında oluşan kan basıncına karşı damarların dayanıklılığını artırır.
Ayrıca damarlara kazandırdığı esneklikle, kanın damar içerisinde
ilerlemesini sağlar.
Eğer kan yüksek basınçla, kalpten esnek olmayan bir damar sistemine
pompalanmış olsaydı, hem kalbe büyük bir yük binecekti, hem de
atardamarların içinde kan basıncı çok yüksek olacaktı. Bütün bu detaylar
Allah’ın yaratmasındaki benzersizliğinin bir başka göstergesidir.
Yolculuk Devam Ediyor
Yukarıda büyütülmüş resmi görülen kılcal damarların
vücutta kapladığı alanı şöyle bir benzetme ile zihinde daha iyi
şekillendirmek mümkündür. Kılcal damarların tümü yüzeysel olarak düz bir
alana yayılsa bu alan 6.000 m2‘lik yer kaplardı. Soldaki
resimde kalp, atardamar, toplardamar ve kılcal damarların birbirleriyle
olan bağlantıları ve yapıları görülüyor.
Atardamarın yapısını inceledikten sonra yolculuğumuza geri dönelim.
Aort atardamarını takip eden damarlar iki farklı yöne doğru uzanırlar.
Yukarı doğru giden kan, beyin ve kolların, aşağı doğru giden kan,
vücudun geri kalan bölümünün ihtiyacını karşılar. Yolculuğunuza vücudun
alt tarafına doğru devam ettiğinizi varsayalım.
Bu yol üzerinde karaciğere, mideye, ince bağırsağa, kalın bağırsağa,
böbreklere, ve bacaklara giden birçok sapak vardır. Yolda ilerledikçe
içinde bulunduğunuz damarın birçok dallanmalar yaptığını ve gittikçe
daraldığını görebilirsiniz. Bu sayısız dallanmalar vücudun
derinliklerine kan götüren küçük sapaklardır. Bu sapaklardan birine
girip ilerlediğinizde içinde bulunduğumuz damarın iyice inceldiğini fark
edersiniz. Artık atardamarların değil kılcal damarların içindesiniz.
(Kılcal damarların çapı 0.006 mm.dir)
Bir süre sonra damar o kadar daralır ki genişliği ancak tek bir
alyuvar hücresinin zorlanarak geçebileceği kadar olur. Yolculuğun bu
bölgelerinde etrafınızda bulunan hücrelerde hızlı bir alışverişin
yapıldığını fark edersiniz. Alyuvar hücreleri uzun yolculuklarında
taşıdıkları çok önemli kargolarını teslim etmeye başlarlar. Taşıdıkları
oksijen molekülünü, oksijene ihtiyacı olan hücrelere verir ve hücrelerin
ürettiği karbondioksiti alırlar. Aynı şekilde kanın taşıdığı besin
molekülleri de bu bölgede ihtiyacı olan hücreler tarafından alınır. Bu,
hücre için hayati bir alışveriştir. Artık dönüş zamanı da gelmiştir.
Oksijenlerini kaybeden alyuvarların rengi parlak kırmızından koyu
kırmızıya döner. Yolda ilerledikçe damarlar tekrar genişlemeye başlar.
Başka kılcal damarlardan gelen karbondioksit yüklü alyuvarlar da
yolculuğa katılır ve kan hacmi artar. Artık kılcal damarlardan ayrılır
ve yolunuza toplardamarlarda devam edersiniz.
Vücuttaki Bir Başka Tasarım Harikası: Toplardamar
Kan, atardamarlarda kalbin pompalama basıncı sayesinde yol alır.
Ancak kılcal damarlarda bu basıncın etkisi azalır. Toplardamara
gelindiğinde ise artık kalbin pompalama gücü etkisini iyice
kaybetmiştir.
Peki kan dönüş yolculuğunu nasıl tamamlayacaktır?
Yukarıdaki kesitte de
görüldüğü gibi toplardamarlarda da çok detaylı bir tasarım vardır.
Böylesine detaylı bir yapının tesadüfen ortaya çıkamayacağı akıl sahibi
her insan için çok açık bir gerçektir.
Kanda yaptığınız yolculuğu düşünelim ve içinde bulunduğunuz
toplardamarın ayakta bulunduğunu varsayalım. Önünüzde kalbe dönene kadar
oldukça uzun bir yol vardır. Bacaklar, karın ve göğüs bölümünü aşarak,
uzun bir yolu yukarı doğru tırmanmalı ve bunu yaparken de sizi sürekli
aşağı doğru çekecek yerçekimi kuvvetini yenmelisinizdir. Bunun için öyle
bir sisteme ihtiyaç vardır ki, hergün binlerce litre sıvı aşağıdan
yukarı (ayaklardan kalbe) doğru yol alabilmelidir.
Toplardamarlar vücut içinde özel bir planlama ile yerleştirilmiştir.
Bu damar türünün çevresi iskelet kaslarıyla sarılmıştır. Toplardamarlar
işte bu kasların enerjilerinden faydalanırlar. Örneğin her adım
atışınızda kasılan bacak kaslarınız aynı anda kanı da yukarı doğru
pompalar. İşte bu planlama sayesinde toplardamarların kendi pompalama
sistemleri vardır.
Ayakla kalp arasındaki 1.5 metrelik yolculuğun sonuna yaklaşıldığında
bir başka problemle karşılaşılır. Ana toplardamar vücudun orta yerine
geldiğinde artık iskelet kaslarıyla kaplı değildir. Burada solunum
kasları toplardamarlara destek olur. Akciğerin hemen altında yer alan
ana toplardamar her nefes alışımızda sıkışır. Dolayısıyla genişleyen
göğsün oluşturduğu negatif basınç kanın kalbe doğru dönmesini sağlar.
Toplardamarların kendilerine özgü bir pompalama
sistemleri vardır. İskelet kasları kasılıp, toplardamarlara baskı
yapınca, kasılan bölgedeki kapakçıklar açılmaya zorlanır ve kan kalbe
doğru gider.
Ancak toplardamarlarda öyle bir özellik daha vardır ki bu, vücuttaki
kusursuz tasarımın en güzel örneklerindendir. Toplardamarların içine
birçok kapakçık yerleştirilmiştir. Bu kapakçıklar yalnızca kalbe doğru
açılır. Böylece kan, yerçekiminin etkisiyle geriye doğru gidemez. Akım
sadece kalbe doğru olur. Şimdi düşünelim.
Toplardamarın içine çok sayıda küçük kapakçık yerleştirilmiştir. Bu
kapakçıkların her biri son derece özel bir tasarıma sahiplerdir. Her
birinin -yine etten yapılmış- menteşeleri vardır ve bu menteşeler
kapağın tek yöne doğru açılmasına izin verecek şekilde
tasarlanmışlardır. Ortada gerçek bir mühendislik harikası vardır. Şimdi
bu mükemmel sistemin nasıl inşa edildiğini düşünelim. Yeryüzünün en uzun
boru hattının yapımında çalışan işçiler üç önemli görevi
üstlenmişlerdir. Bu işçiler hem bir mühendis hem bir işçi hem de bir
inşaat malzemesi olarak görev alırlar.
Bu boru inşaatının yapım planları ve projeleri hücrelerin
çekirdeklerindeki bilgi bankalarında (DNA’larında) bulunmaktadır. Her
hücre bu projeyi adeta bir mühendis gibi okur. Hücrenin bir inşaat
projesini okuması ve yorumlaması şüphesiz büyük bir mucizedir. İnsanlar
yıllarını akademik çalışmalara vermiş mühendislere, profesörlere karşı
saygı ve hayranlık duyarken, kendi hücrelerinin çok daha kompleks plan
ve projeleri okuyabildiklerini, yorumlayabildiklerini ve uygulamaya
koyabildiklerini bilmezler ya da görmezden gelirler.
Hücreler okudukları ve yorumladıkları plana göre boru inşaatının
neresinde görev yapmaları gerektiğini bilirler. Ayrıca bu inşaatta
çalışan milyarlarca hücre içinden hangileri ile biraraya gelmeleri
gerektiğini de bilirler. Ait oldukları yeri buldukları anda ise bir işçi
gibi çalışmaya başlar ve boru hattının kendilerine düşen parçasını inşa
ederler. Ancak kullandıkları malzeme yabancı bir inşaat malzemesi değil
kendileridir. Bu inşaatta çalışan her hücre ömrünün geri kalan kısmını
boru hattının küçük bir parçası olmak uğruna feda eder.
Toplardamarlarda kan ilerlerken iskelet kaslarının
hareketi. 1) Dinlenme hali. 2) Kaslar kasılıp, esneyerek toplardamarları
sıkar ve kanı kalbe doğru gitmeye zorlar. Alttaki kapakçık geri akışı
engeller. 3) Kaslar gevşer ve toplardamar yayılarak aşağıdaki kanla
dolar. Üstteki kapakçık da geri akışı engeller.
İnşa edilen damarların iç yapılarında hiçbir çıkıntı ya da girintiye
rastlanmaz. Adeta bir mermer ustasının döşediği ve cilaladığı mermer bir
yüzey gibi damarların iç yüzeyleri cilalı ve pürüzsüzdür. Küçük bir
farkla, bu yüzeylerin parke taşları mermer karolar değil canlı
varlıklardır.
Söz konusu inşaat devam ederken bazı hücreler de okudukları plana
göre farklı bir karar alırlar. Bu hücreler damarın içinde bir kapak
oluşturmaya karar verirler. Binlerce hücre biraraya gelerek bir kapak
oluşturur ve damarın iç yüzüne tutunurlar. Bazı hücreler de -yine her
biri ait olmaları gereken yeri ellerindeki projeye göre tespit ederek-
bu kapağın menteşesini oluştururlar. Söz konusu menteşenin tek yöne
doğru açılmasını da yine hücrelerin projeyi yorumlayabilme ve inşa
yetenekleri sayesinde gerçekleşir. Bu hücreler içinde bulundukları
borudan bir sıvının akacağını, bu sıvının hangi yöne doğru akması
gerektiğini, ve bu akımın devamlı olması için nasıl bir tedbirin
alınması gerektiğini bilir ve buna göre hareket ederler.
Bu kapaktan birkaç milimetre ilerde yine aynı mucize gerçekleşir.
Burada bulunan başka hücreler de yine benzer bir şuurla başka bir kapak
yaparlar. Adeta bir önceki kapağı inşa eden hücrelerle
sözleşmişlercesine aynı yöne doğru açılan bir kapak inşa ederler. Eğer
bu kapaklardan bazılarını inşa eden hücreler farklı bir karar alsalar ve
kapaklardan bazılarını ters yöne doğru açılabilecek şekilde inşa
etselerdi, bu sefer kan, damarlarda akamaz ve insan yaşamını derhal
yitirirdi. Ancak bu gerçekleşmez. Toplardamar boyunca var olan binlerce
kapağın her biri ayrı ayrı birbirlerine uygun şekilde inşa edilirler.
Bu sistemi üstün güç sahibi Yüce Allah’ın yarattığı; hücrelerin
yukarıda bahsettiğimiz akıl, şuur ve fedakarlık gösterisini ancak ve
ancak kendilerini yaratan Rabbimiz’in dilemesiyle gerçekleştirdikleri
tartışılmaz bir gerçektir. Aynı şekilde, hücrelerin çekirdeklerine
yeryüzünün en uzun boru hattının ve vücuttaki binlerce diğer sistemin
projelerini yerleştiren, hücrelere bu projeleri okuma, yorumlama ve buna
göre inşaat yapma yeteneklerini veren alemlerin Rabbi olan Allah’tır.
Ey insan, ‘üstün kerem sahibi’ olan Rabbine karşı seni
aldatıp-yanıltan nedir? Ki O, seni yarattı, ‘sana bir düzen içinde biçim
verdi’ ve seni bir itidal üzere kıldı. Dilediği bir surette seni tertib
etti. (İnfitar Suresi, 6-8)
Kalbe Dönüş
Damarların içinde insan vücudu boyunca yaptığımız yolculuğumuza
tekrar geri dönelim. Yukarda detaylı olarak üzerinde durduğumuz
toplardamarlarda bulunan tek yönlü küçük kapakçıklar sayesinde kalbe
doğru yol almaya devam ederiz. Yolculuğa başladıktan yaklaşık 40 saniye
sonra da kalbe tekrar geri döneriz.
Kalbin sol üst odacığında başlayan yolculuğumuzun birinci bölümü,
kalbin sağ üst odacığında son bulur. Parlak kırmızı bir kan içinde yola
çıkmışken, koyu renkli bir kan denizi içinde yolculuğumuzun ilk kısmı
biter. Artık başka bir yolculuğa çıkma zamanı gelmiştir. Karbondioksit
yüklü kanın temizlenmesi gerekmektedir.
Sağ kulakçığın kasılmasıyla beraber kulakçığın altında bulunan kapak
açılır ve içinde bulunduğumuz koyu kırmızı kan sağ karıncığa dolar.
Ardından bu kapak kapanır ve kanın kulakçığa doğru geri dönmesi
engellenmiş olur.
Sağ karıncığın içinde çok kısa bir süre kalırız. Sağ karıncığın
kasılmasıyla başka bir kapak açılır ve kan akciğerlere doğru fırlatılır.
Arkamızda kalan kapak, kalbe geri dönüşümüzü engelleyen son güvenlik
sistemidir. Karbondioksit yüklü kanın içinde akciğerlere doğru hızla yol
alırız.
Kalpten akciğerlere doğru olan yolculuk kısa sürelidir ve bu nedenle
“küçük dolaşım” olarak adlandırılır. Akciğere varıldığında etrafımızdaki
kan hücreleri taşıdıkları karbondioksiti verip –ki karbondioksitin
taşınmasında da kompleks birçok kimyasal işlem gerçekleşir- oksijen
almaya başlarlar. Burada baş döndürücü hızda bir alışveriş
gerçekleşmektedir.
Akciğer de her dakika 56.000.000.000.000.000.000.000 yani 56×1021 (56 septrilyon) oksijen atomu hücrelere ulaştırılır.
26 Tek
bir oksijen atomunun alyuvarlara geçişi için bile birçok mikro sistem
birlikte çalışır. Her birim bir üst birime tam uyum gösterir ki bu da
oksijen -karbondioksit alışverişinin tek bir saniye dahi aksamadan
işlemesini sağlar.
Baş döndürücü bir hızda gerçekleşen bu alışveriş sonunda çevremizdeki
alyuvarlar oksijenle yüklenir. Ardından bu hücrelerle birlikte, akciğer
toplardamarı içinde kalbe doğru yol almaya başlarız. Sonunda
yolculuğumuza başladığımız yere, sol kulakçığa ulaşırız. Oksijen yüklü
temiz kan vücutta yeni bir tura hazırdır.
Akımı Kontrol Eden Bilgisayar
Dolaşım sisteminin çok ilginç ve önemli bir özelliği daha vardır.
Dolaşım sistemi basit bir boru tesisatı gibi sıvıyı yalnızca iletmez.
Gerekli durumlarda hangi organa ne kadar kan gitmesi gerektiğini de
ayarlar.
Bu çok şaşırtıcı bir bilgidir. Bir boru sistemi, içinde akan sıvının
öncelikli olarak hangi organa gitmesi gerektiğini belirlemekte ve
gerekli ayarlamaları kendi üzerinde yapmaktadır. Kimi zaman daralarak
kimi zaman genişleyerek kanın gitmesi gereken adresi
değiştirebilmektedir.
Örnek olarak beynin kan ihtiyacını ele alabiliriz. Beyin, vücuttaki
bütün işlemleri kontrol ettiğinden, sabit kan gereksinimi olan bir
organdır. Beyne yapılacak kan ikmali ne pahasına olursa olsun
sürdürülmelidir. Bir kanama sonucunda öteki tüm organlara kan ulaşımı
dursa bile, birçok sinir, beyne kan iletilmesi için harekete geçer ve
damarların çapları buna göre ayarlanır. Bazı organlara giden damarlar
geçici olarak devreden çıkartılır ve kan akışının beyne giden damarlara
yönlendirilmesi sağlanır.
Bir evrimci olan Susan Schiefelbein,
The Incredible Machine adlı kitabında damar sistemini üstün bir bilgisayara şöyle benzetmektedir:
Kalp ve kan damarları, vücudun ihtiyaçlarını karşılamak için kan
akışını hızlandırmak veya yavaşlatmaktan başka işler de yaparlar.
Kırmızı ırmağı, farklı dokulara, farklı basınçlarda ve farklı işler
yapmak üzere taşır. Kan, yemek yediğimizde midemize, yüzdüğümüzde
akciğerlerimize ve kaslarımıza, okuduğumuzda beynimize toplanır.
Metabolizmanın bu değişen ihtiyaçlarını karşılamak için damar sistemi
bir bilgisayar kadar başarıyla bilgi tamamlar, sonra da hiçbir
bilgisayarın yapamadığı gibi karşılık verir.
27
Bilgisayar sistemleriyle karşılaştırılan bu sistem, kuşkusuz evrim
teorisinin iddia ettiği gibi kör tesadüfler sonucunda değil, Allah’ın
yaratması sonucunda var olmuştur.
İç İçe Geçen Mucizeler
Allah insanı öyle bir sanatla yaratmıştır ki, insan bedenindeki her
sistem bir diğer sistemle bağlantılıdır. Bir sistemin işleyişindeki
bozukluk diğer sistemin çalışmasını da aksatır. Bunu daha iyi anlamak
için yalnızca dolaşım sisteminin diğer sistemlerle olan ilişkilerini
inceleyelim.
* Sindirim sisteminin özümsediği besinler, vücut
hücrelerine kan yoluyla taşınır. Öyleyse dolaşım ve sindirim sistemleri
aynı anda yaratılmış olmalıdır.
* Hormonal bezlerin ürettikleri mesajlar, ilgili organlara kan
yoluyla taşınırlar. Dolaşım ve hormonal sistemler aynı anda yaratılmış
olmalıdır.
* Kandaki karbondioksit solunum sistemi tarafından temizlenir. Dolaşım ve solunum sistemleri aynı anda yaratılmış olmalıdır.
* Kan, böbreklerde düzenli olarak temizlenmelidir. Dolaşım ve boşaltım sistemleri aynı anda yaratılmış olmalıdır.
* İskelet kaslarının kasılmaları olmasa, kan toplardamarlarda
ilerleyemez. Dolaşım ve kas sistemi aynı anda yaratılmış olmalıdır.
* Kan hücreleri kemik iliğinde üretilirler. Dolaşım ve iskelet sistemleri aynı anda yaratılmış olmalıdır.
Bu örnekler diğer sistemlerin dolaşım sistemi üzerindeki etkileriyle
ilgili örneklerdir. Buna benzer birçok örnek çıkartılabilir. Ancak
unutulmaması gereken çok önemli bir nokta daha vardır. Dolaşım sistemi
diğer bütün sistemlerdeki organları besler. Örneğin sindirim sisteminin
parçaları olan dil, tükürük bezleri, yemek borusu, mide, bağırsaklar,
karaciğer ve diğer organlar kan damarlarıyla beslenir.
-Hormonal sistemdeki hormonal bezler kan damarlarıyla beslenir.
-Boşaltım sisteminin üyeleri, örneğin böbrekler, kan damarlarıyla beslenir.
-Solunum sisteminin üyeleri, örneğin akciğer, kan damarlarıyla beslenir.
-Kas sistemini oluşturan kaslar, iskelet sistemini oluşturan kemikler hep kanla beslenirler.
Dolaşım sistemi olmadan bedendeki organların hiçbiri beslenemez ve
yaşayamazlar. Bütün bu bağlantılar ve içiçe geçen sistemler, evrim
teorisinin geçersizliğinin en büyük delillerindendir. İnsan bedeninde
bulunan sistemler birbirleriyle kusursuz bir uyum ve işbirliği
içerisindedirler. Bu sistemlerin işe yarar olması için, hepsi aynı anda
var olmak zorundadırlar. Bu da bizi tekrar aynı gerçeğe ulaştırır. İnsan
bedeni bütün özellikleriyle Allah tarafından bir anda yaratılmıştır.